Yaşanmış gerçek balıkçı öyküleri: 1
Yıl
1972
Balıkçı değimi ile Alamana,
Diğer bir ifade ile balıkların göç zamanı...
Balıkçı değimi ile Alamana,
Diğer bir ifade ile balıkların göç zamanı...
O zamanlar Lise öğrencisiyim ve köyümüz/Anadolu Kavak ta Rahmetli Mustafa reis'in gırgır
kayığında genelde hafta sonları tayfalık yapıyorum.
Denizi çok seviyorum ve bir de balığa ağ koyverince tarifsiz bir heyecan tavan
yapıyor.
Biz genelde boğaz girişi ve çıkışında avlanıyoruz.
O zamanlar gündüz oynak yapan balığa gece yakamoza ağ çeviriyoruz.
Kayıklarda şimdikiler gibi bot, makara ve elektronik/sonaar sistemi yok. Ağ dibini toplayan çelik tel haricinde her iş elle yapılıyor.
Biz genelde boğaz girişi ve çıkışında avlanıyoruz.
O zamanlar gündüz oynak yapan balığa gece yakamoza ağ çeviriyoruz.
Kayıklarda şimdikiler gibi bot, makara ve elektronik/sonaar sistemi yok. Ağ dibini toplayan çelik tel haricinde her iş elle yapılıyor.
Ne hikmetse şansızlık mı desem bir aksilik mi desem başımıza musallat..
Ya ağ koyverme de zamanlama hatası yada bir başka kayık tam bizim ağ koyvermeye hazırlandığımız an mola yapıyor Sağımızda solumuzda bütün kayıklar Palamut, Torik ve Lüfer tutuyor ama bizde tık yok.
Herkesin yüzünden düşen bin parça.
Böyle durumlarda bir sürü hurafe öne çıkar ve en geçerlisi de cenabet olma durumu.
Rahmetli Kıç reisi Suat abi'nin önerisi ile hep birlikte Kum kapı Nişanca hamamının yolunu tuttuk. Bir güzel yıkandık ve tekrar denize açıldık...
Yine aynı şanssızlık ve aksilikler devam edince
Rahmetli Basri abi gür sesi ile;
Yürüyün ulan kerhaneye gidiyoruz demez mi?
Herkes başta rahmetli Mustafa reisin büyük oğlu İsmet ve onun küçüğü rahmetli Aziz abi ne diyeceğini şaşırdı ve doğruca Kara köye yanaştık.
Malum mekandan çıkar çıkmaz doğru denize...
Önce Kavak kale arkasında yakamoza iki mola.
İlkinde 250 çit Torik, ikincisinde 250 çift Palamut ve yine o gece Rumeli kavak Sarıkaya da 5000 adet Lüfer...
Gündüz Paşa bahçe önünde 600 çift Torik...
Akşam karanlığında Kale arkasında Kefal...
Çok yorulmuştuk kollarımız ve bileklerimiz uyuşmuştu ama müthiş mutlu ve sevinçli idik.
Üzerimizdeki kara bulutlar uzaklaşmıştı..
Rahmetli İsmet abi Kara köy mevzu'undan özellikle Mustafa amcanın haberi olmamasını özellikle istemişti.
Ben de iki gün okulu asmıştım...
halit konanc
____________________________________________________
Yıl 1973 Bit ile ilk tanışmam...
Rahmetli Mustafa reis'in gırgır kayığında tayfayım.
Biz genelde Kefal avlamak için açık ağlar ile dolaşıyoruz. Bizimkiler Hamsinin haricinde balıkları avlamak için donatılmış ağlara sahipti.
O sıralar Hamsi, İstavrit, Kolyos ve Sarıkanat bol ve takımlar iyi balık tutuyor.
Kavağa geldik ağları değiştirdik ve bizde kısmetimizi almak için denize açıldık.
O sıralar sonaar cihazları kullanmaya başlayan takımlardan birisi de Mustafa reisti ve onlar sadece Kefal avlamak amaçlı kullanımda deneme yanılma yöntemi ile uzmanlaşmıştı.
Gündüz Rumeli feneri denizinde sonaar verilerine göre ağ koyverdik...
Daha ağların altını toplayıp ilk kulaç ağları çekiyorduk ki ağ gözü gözüne Hamsi.
Bizim ağlar Hamsiye uygun olmadığı için 8 saat ağ silkeleyerek çekmek zorunda kaldık. kollarımız bileklerimiz şişmişti. Parmaklarımızı dahi oynatamaz halde idik. O yorgunluk ile Kum kapı barınağına nasıl geldiğimizi hatırlamam.
Günlerce limanda ağ temizledik ve o arada balıkçının malum dostu Bit ile ilk tanışmamız odu.
Sabahçı kahvesinde denize çıkmadığımız zamanlarda çay içmeye, iskambil oynaya giderdik.
Herkeste giderek artan kaşıntı var. Tekneye dönüp bit kontrollerine başladık ve korktuğumuz başımıza geldi bitlenmiş tik...
Erol Nihat..!
Nam-ı diğer adı ile rahmetli deli Erol...
Hamama gitmez senede bir kez yıkanır veya yıkanmaz...
Hepimiz Erol'un üstünde ne var ne yok zorla çıkardık bir tane bit bulamayınca ezberimiz bozuldu.
Rahmetli Galip;
Bit için eczaneden aldığımız ilacı Erol'un başındaki şapkayı çıkarıp yağdan katran bağlamış saçlarına sürdü ve,
Erol 6 saat içinde hamama gidip yıkanmaz isen zehirlenir sin dedi.
Erol ortalıktan kayboldu ve bir süre sonra ortaya çıktı.
Onu görünce çok şaşırdık zira o güne kadar hiç görmediğimiz kıvırcık saçlarının gümüş renginde olduğuna şahit olduk.
Yüzü de adeta küçülmüş ve beyazlamıştı.
Rahmetli Erol'un yıllardır alıştığı,uyum sağladığı savunma sisteminin çöktüğünü şiddetli ateşli gribe yakalanınca anladık.
Bu kez bizde tarifsiz bir üzüntü ve panik...
Erol'u hemen Samatya devlet hastanesine götürdük.
İlaç serum iğne derken rahmetli normal haline döndü ve biz bir daha Erol'a dokunamadık..
halit konanc
____________________________________________________
RUMELİ KAVAKLI BİLGE BALIKÇILAR 4
Salih BÜYÜKCİNGÖZ
Yaklaşık 250 yıl önce Selanik ten İstanbul'a gelen aile Rumeli Kavağa şimdiki adı Hamam sokak olan mahalleye yerleşir.
![]() |
Yaklaşık 250 yıl önce Selanik ten İstanbul'a gelen aile Rumeli Kavağa şimdiki adı Hamam sokak olan mahalleye yerleşir.
Aile;
Halen son kuşak mirasçılarının tasarrufunda olan 6 dönüm alanda balıkçılığa başlamadan önce sanırım asıl meslekleri olan Üzüm dikip bağcılık yapmaya başlar.
Bu gün 70 küsur yaşlar daki torunu İsmail;
Bağlardan hasat edilen Üzümlerin evin mahzenine yerleştirilen fıçılara basılarak Şarap yapıldığını söylüyor.
Aile uzunca bir süre geçimini üzüm yetiştirip işleyerek devam ettirmiş.
Şimdilerde o üzüm bağlarından eser kalmamış.
Büyükler;
Zamanla Kavağın yerlisi Rumlardan o zamanın en geçerli balıkçılık mesleği; Dalyan kurmayı öğrenmiş.
İlk kurdukları dalyan Sıra taş(şimdiki askeri sosyal tesislerin bulunduğu yer) ve sonra Kilyos'a kadar 6 adet dalyan kurarak dalyan reisliğine başlamışlar.
Salih BÜYÜKCİNGÖZ ;
Henüz çocuk sayıldığı için babası onu denize/Dalyana götürmezmiş.
Salih;
Afacan, meraklı ve cin gibi çocukmuş..!
Bir gün Dalyana giden Alamana kayıklarından birisinin baş altına kimselere görünmeden saklanmış.
Azar işitme, cezalandırılma korkusundan saklandığı yerden hiç kımıldamadan dalyancı amcalarının ses ve konuşmalarından ağdan Torik çıkardıklarını anlamış.
Ağdan Alamana kayığına atılan Toriklerin küpeşteye atılışından çıkan gürültü ile Torik leri o an sanki kendi çıkarıyormuş gibi saymaya başlamış...
O zamanlar balık öylesine bol ki Rahmetli babası kaç çift oldu diye sorduğunda.
Tayfanın biri 150 deyince baş altında saklandığı yerden kendini tutamayıp
Çocuk sesi ile;
Hayır 160 çift değivermiş. Rahmetli babası da;
O sıralar soyadı kanunu yeni çıkmış ve Salih'in soy adının BÜYÜKCİNGÖZ olmasına karar vermiş.
Aile;
O günlerden günümüze halen BÜYÜKCİNGÖZ olarak Rumeli Kavak ta Bilge balıkçılığa devam ediyor
Salih;
Büyümüş o da mükemmel bir Dalyan reisi olmuş.
Askere gitmeden önce Türkmenistan lı Rumeli Kavak ta herkesin doktor annesi ile hayatını birleştirmiş Rahmetli şimdiki son kuşağın hanım ninesi o zamanlar Boğmaca başta olmak üzere birçok hastalığa ve yaralanma vb. ilaçlar yapıp tedavi uygularmış.
Büyük torun İsmail;
Hanım ninesinin balık mutfağı konusunda çok marifetli olduğunu...
O zamanlar balık bol ve her balığın farklı pişirilip işlendiğini.
Kefal ve Uskumru dan
balık dolması,
İskorpit, Kırlangıç ve Kefal den balık çorbası, Pilavı.
Midye dolması ve Pilavı ve balığın işlenmesine dair
Palamuttan tuzlama Salamura, Torikten Lakerda yapmak için kıyıda havuzlar kurulduğunu ve Uskumru dan Çiroz yapıldığını söylüyor.
Salih Reis'in askerlik yılları da cepheler de geçmiş.
7 yıl boyunca Çanakkale Yemen dahil olmak üzere bir çok cephede vatani görev yapmış ve bu görevi sırasında senede bir kez Kavağa gelirmiş.
İsmail BÜYÜKCİNGÖZ;
60'lı yıllarda damar sertliği/kalpten vefat eden dedesi için;
Dalyanlara gitmeyi bırakmıştı.
Dalyanlardan gelen Torik, Palamut, Lüfer ve Uskumruların eskiden Haliç te olan balıkhaneye vapur veya Alamana, Çektirmeler ile satışa gönderilmesi ile ilgilenir olmuş.
Rahmetli oğlu;
Torunları İsmail, İbrahim, Melih, Salih ve Müzeher'in babası
Rıfat BÜYÜKCİNGÖZ dedesinin mesleğini devir almış...
Rahmetli Rıfat Reisi de bir sonraki yazıda anlatmaya devam edeceğim.
-----------------------------------------------------------------------------------------
Antalyalı oltacı Mehmet...
Üniversite öğrenimi ile başlayan ve 80 darbesine dek unutulmaz güzellikler yaşayıp ve dostluklar kurduğum Ankara'dan istemeyerek Anadolu kavak/İstanbul'a zorunlu dönüşün akabinde rahmetli babacığımın önerisi ile istemeyerek olsamda
birlikte kahvehane işletmeye başladık.
Önceleri bana biraz zorlama gibi gelse de zamanla işimizi çok sevdim.( Bu konuda anılarımı da yazacağım.)
Antalyalı oltacı Mehmet;
Delikanlı çağımda tanıştığım balıkçılığa yaşama tutunma bağlamında bana hiç te tahmin etmediğim kolaylıklar sunmuştu...
Palamut ve Lüfer zamanı
Antalya'dan kamarasız sandalı ile yola çıkıp
onca yolu günler haftalar boyu kat ederek Kavağa geliyor.
Kimseyi tanımıyor.
O zamanlar havalar oldukça sıcak ve denizden dönüşünde bizim kahveye gelip gidiyor
ve sandal da yatıp kalkıyor.
Ekim de hava aniden bozdu fırtına yağmur handiyse kıyamet kopuyor.
Mehmet abi;
Sudan çıkmış balık misali iliklerine kadar sırılsıklam halde kahveye geldi.
O zaman sandal da yatmanın ne kadar da zor olduğunu anladım zira Kavağa oltadan dönüp geldiğinde bırandayı açıp sandalın baş altına koyduğu yatağını çıkarıp yatıyormuş.
İlk işim;
Kahvenin bir köşesinde ona yatacak bir yer ayarlamak oldu.
Kahvenin yedek anahtarını da ona verince mavi gözlerindeki sevinç ve mutluluk ifadesini anlatamam...
Aramızda oldukça keyif veren dostluk başladı.
İstanbul'a neden Palamut özellikle Lüfer zamanı geldiğini anlatınca önce çok şaşırdım.
Neden mi?
Bu meslekten para kazanma bir yana askerliğini bahriye/denizci olarak İstanbul da yaptığı yıllarda Kuzguncuk'lu oltacı Rum asker arkadaşı ile teskere sonrasında kısa bir dönem yaptığı ilk oltacılık onun yörük olmasına rağmen hayata bakışının değişmesine neden olmuş.
Eşinin karşı çıkmasına rağmen her sene İstanbul a gelip gitmiş..
Kavağa gelmeden iki sene sene önce 1979 da
Rum arkadaşı hastalanmış.
Ona;
Dostum ben gidiyorum ama sen fırsatın oldukça bu Lüferleri benim yerime ziyarete benide yanında var sayarak gel demiş.
Mehmet abi arada bir şarap içerdi...
Bu anısını anlatırken gözleri sulanıp dudakları titreyince tarifsiz bir duygu selini tahmin edersiniz...
Mehmet abinin sandalında ağ yoktu. O tam anlamı ile olta balıkçısı idi.
Olta kutusunda en küçük fındık zoka'dan seyirtme dahil her türlü Lüfer avlama malzeme vardı.
Onun sayesinde Karaköy de bir kalıpçıya zoka kalıbı yaptırdım.
Arada bir beni de balığa götürür dü.
Anadolu Feneri Riva arasında Eşek adasının kıyısında gece bir kaç sandal demir atıp zincirleme tonoz yaptık.
lüksü yaktık yemli Lüfer avlamak için oltaları saldık. Bizim gibi onlarca sandal olta ile Lüfer avlama halinde.
Mehmet abi;
Halit; ( bana; aileden dolayı kayda geçmeyen adımı bilir ve Cahit derdi)
Hava patlayacak toparlanalım dedi.
Deniz;
Süt liman yaprak kıpırdamıyor.
Gök yüzünde yıldızlar adeta dans eder halde ve at çek Lüfer tutuyoruz.
Antalyalı;
Küçük çanı sallamaya başladı ki ilk kez bu olaya şahit oldum.
Sonrasında bekçi düdüğünü birkaç kez çaldı.
Demiri çektik ve tam yol dönüşe geçtik. Karanlıkta
Karadeniz'in ufkunda bana göre çok uzakta çakan şimşekler ile gelen fırtına bizi Anadolu Fenerini dönmeden yakaladı.
Kendimizi Poyraz köy limanına kayalara çarpma ya ramak kala zar zor artık.
O gece;
Mehmet abi kendisinin ve benim hayatımı kurtarmıştı.
Deniz de çok batma ve boğulma anılarım olmasına rağmen ilk kez bir sandalda bu ölümle yaşam arasında kalmanın tarifsiz çaresizliğini yaşadım.
Sonra öğrendik ki o gece fırtınadan kaçamayan bir kaç sandal batmış üç oltacı boğulmuş.
Artık zanaat bitmek üzere
ve Mehmet abinin eşi Antalya dan bizleri tanıma bahanesi ile Kavağa geldi.
Eşinden de Mehmet abinin anlattıklarını duyunca
Deniz ve balığın dayanılmaz çekiciliğine bir kez daha tanık oldum.
Mehmet abiyi o sene ilk ve son görüşüm oldu.
Onca kısa ilişkimiz benim için bir ömre bedeldi.
Bir kaç kez bulma girisimim oldu. Antalya'nın neresinde kaldığına dair bilgi edinemediğim için kendimi bu gün bile suçluyorum.
Paylaştığım resim;
Anılarım da kalan sevgili eşinin ördüğü bere ve kazak...
O zamanlar fotoğraf makinesi kullanan da çok az.
Benimkisi de züğürt tesellisi bağlamında;
Mehmet abiyi o günlerden bu güne kara kalem görüntülemek oldu...
___________________________________________________________________
80'li yıllar
Boğazda Lüfer akını var...
Sandalını, oltasını alan Lüfere giderdi
Ben de Cevat Gül enişte ile o bolluktan nasibimi alanlardandım...
Bu çalışmayı;
Herhangi bir fotoğraftan taşımadım. Zaten böyle bir fotoğrafın o zamanlar olması mümkün değil.
Sadece o anları gözümde canlandırdım.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder