17 Ocak 2018 Çarşamba

Nezih BİLECİK


BALIKÇILIK KAYNAKLARININ YÖNETİMİNDE HERKES YERİNİ BİLMELİ (I)...


Türkiye, denizlerindeki canlı kaynakların ticari gücünü büyük ölçüde yitirmesi nedeniyle balıkçılıkta gizli bir kriz ile karşı karşıyadır. Ne yazık ki bu konuda yetkili olan resmi otorite,
sorunları bilimsel anlamda çözebilmede yeterlilik gösterememektedir. Resmi otoritenin canlı doğal kaynakları koruma konusundaki kısırlığı son bir yıldır gündemi işgal eden lüfer balığı ile ilgili olarak oluşan gelişmelerde çok belirgindir. Lüfer balığı günümüzde yok edilmeye çalışılan canlı doğal kaynakların sembol bir ismi konumuna gelmiştir. Buradaki sorun lüfer balığının kendisi değildir; esas olan denizel canlı kaynakların korunmasında Türkiye’nin geldiği dramatik noktadır.

 Aslında lüfer balığı adının yörüngesinde oluşan fikirler, öneriler, tartışmalar ve gelinen nokta her kesimden ülkemiz insanının zihniyetini su yüzeyine çıkarmıştır.  En dikkat çekici görüntü konu ilgilisi resmi otoritenin acizliği ve otoriter oluşumdan uzaklığıdır. Diğer ilginç görüntü ise akademik çevre temsilcilerinin bir bölümünün bilimsel araştırma parametreleriyle örtüşmeyen yorumlarıdır. Endüstriyel balıkçı kesiminin önü alınamayan sömürü isteği ve bu konudaki pervasızlığı da konunun diğer farklı bir görüntüsüdür. Bunların haricinde bazı sivil toplum kuruluşları ile mesleki balıkçıların isyanları oynamasının yanı sıra kamuoyunun büyük bir kesiminin konunun öneminden uzak olması ve umursamazlığı gelişmelerin farklı başka bir boyutudur.

Oysa denizlerimizdeki doğal canlı kaynaklarımızın verimlilikteki devamlılığını sağlamak için ülke olarak son derece dikkatli ve akılcı olunmasını gerektiren bir süreci yaşamaktayız. Bu olumsuz süreci akılcı ve radikal kararlarla olumlu sürece döndürme zorunluluğumuz vardır. Bunu gerçekleştirebilmek için devlet, siyasi partiler, akademik kuruluşlar, balıkçılık sektörü ve toplum olarak kendimizi ilkin bir öz eleştiriye tabi tutmamız gerekmektedir.

Doğa ve doğanın herhangi bir unsurundaki olumsuz gelişmeler için her kesimin konuya ilgisini yansıtması ve tartışma platformu oluşturması olması gereken bir olgudur. Fakat burada üzerinde durulması gereken can alıcı nokta, balıkçılık av yasaklamaları ile ilgili en sağlıklı kararı kimin alabileceğidir. Dolayısıyla konu ilgilisi resmi otoriteyi dar boğazdan kurtaracak ve nihai karara damgasını vuracak rapor/bildirim konusunda kimlerin yetkili olduğunu, tartışmaları kesecek şekilde ortaya konulmalıdır. Temel  sorun budur.

Lüfer balığı örneğinde olduğu gibi her kafadan bir ses çıkmakta, sonuç itibariyle olan olumsuzluklar lüfer stokuna ve balıkçılığımıza olmaktadır. Oysa konu çok sade ve anlaşılabilirdir. Nasıl mı? Konuyu somut ve akılda kalıcı dolaylı bir örnekle yorumlamaya ve değerlendirmeye ne dersiniz!

Tıp Bilimindeki Uygulama

Toplumun ciddiye aldığı birincil önemdeki konu insan sağlığı ile ilgili gelişmelerdir. Çünkü burada bireylerin veya yakınlarının canı ve sağlığı söz konusudur. Bunun dışındaki konuların insanlar için pek asli bir önemi olmadığı gün gibi belirgindir.

İnsan sağlığı ile ilgili bilimsel araştırmalar, uygulamalar, işlemler ve tartışmalar salt tıp bilimcileri tarafından yapılır. Toplum kendilerine yansıtıldığı kadarıyla gelişmeleri ve verilen bilgileri merak, heyecan ve beklenti ile izler. Burada toplum tamamen tıp bilim insanlarının elde ettiği sonuçlara ve tartışmasız onlardan gelecek mesajlara endekslenmiştir.

Bir örnekleme ile konuya daha da açıklık getirmeye çalışalım. Tıp uygulamalarında 30’u aşkın uzmanlık bölümü vardır. Her tıp doktoru kendi uzmanlık alanında nihai karar vericidir. Örneğin; Ortopedist kemik ve eklem cerrahisinde, romatolog eklem hastalıklarında, hematolog kan hastalıkları tanı ve tedavisi konusunda yetkili karar vericidirler. Yine benzer şekilde insanın cinsel ve üreme konumlarına dahil 2 tıp uzmanlık alanı vardır. Bunlar jinekolog yani kadın doğum uzmanı ve diğeri ise ürolog yani erkek üreme organları cerrahisidir. Tıp doktoru olmak ve genel tıp eğitimi görmek tıp biliminin her konusunda bireyleri yetkili kılmaz ve uygulamada uzmanlık alanı esas alınır. Uzmanlık ilgilisi bulunduğu alanda doktora müdahale ve tedavi hakkını vermektedir. Hal böyle olunca olası hatalar minimal seviyeye indirilmiş olur. Yapılacak en küçük bir hata tazminat taleplerinin devreye girmesi ve gazetelere manşet olmanın da nedenini oluşturur. Çünkü olay doğanın bir unsuru olan insan ile ilgilidir. Toplum veya hastalar bu konuda tamamen konu uzmanlarının elde ettikleri sonuca ve onların aldıkları tanı kararına bağlıdırlar. Bu konularda hastanın veya yakınlarının kendilerince bir ahkam kesme durumu hiçbir şekilde söz konusu olamaz ve olamamaktadır. Toplum veya hasta kendilerine verilen bilgilerle yetinme ve bunlara uyma durumundadırlar. Varsayımsal olarak ilgili konularda olası hatalar yine ilgili tıp uzmanlarınca giderilir.

Tıp insan sağlığı ile ilgili uygulamalı bir biyoloji alanıdır. Aynı şekilde yani tıp gibi uygulamalı bir biyoloji alanı olan balıkçılık biyolojisinin ilgi alanına giren konularda ülkesel çerçevede karşılaştığımız tablo ise tam bir keşmekeşliktir.

Balıkçılık Bilimindeki Üreme ile İlgili Özel Konum

Balıkçılık biyolojisinin temel araştırma konularından birini balıkların üreme organlarının geçirdiği evrimin izlenmesi, balığın hangi boyda, hangi ağırlıkta ve hangi yaşta eşeysel olgunluğa ulaştığının saptanması teşkil eder. Bunun yanı sıra beslenme ve iklimsel nedenlere bağlı olarak üreme organlarının işlevselliğindeki dalgalanmalar da ortaya konulur. Ayrıca gelişmeler sucul ortamlarda ihtiyoplanktonolojik (yumurta ve larva) araştırmalarıyla pekiştirilir. Yani tıp biliminde olduğu gibi balıkçılık biliminde de bu konuda durum bildirimi ve rapor verme yetkisi etik olarak salt bu konunun uzmanlarına aittir. Resmi otorite de elde edilen sonuçlara/karara uyma durumundadır.

Hal böyle olmakla beraber mesleği balıkçı olan yani balığı avlayan ve bundan gelir sağlayan kesim, balıkçılık bilimcilerinin olası önerileri ve önlemleri karşısında, kendilerinin tapulu malı olarak gördükleri canlı kaynaklar, adeta ellerinden alınıyormuşçasına isyanları oynamakta, saygısız tavır takınmakta, kuru gürültü yaparak merkezi resmi otoriteyi baskı altına almaktadırlar. Neticede endüstriyel balıkçı kesimi gerek siyasi kulvar gerekse sektör gücü ile merkezi otoriteyi bunaltmakta dolayısıyla her şey balıkçılık sektöründeki bu kesimin benimsediği şekilde sahneye konulmaktadır. Oysa gelişmeler etik, sosyal, kültürel, ekonomik, hukuk kavramı, kaynak yönetimi ve hatta ilahiyat açısından şaşırtıcıdır, insanlık adına utandırıcıdır.

Türkiye son yarım yüzyılda yaptığı olağanüstü atılımlara ne yazık ki balıkçılığımızı dahil edemedi. Sadece balık yetiştiriciliğinde özel sektör büyük hamleler yaparak ama toplumdan ve turizm yatırımcılarından basın aracılığı ile dayak yiyerek büyümesini gerçekleştirdi. Doğal yaban kaynakların işletilmesinde ise ülke aynı başarıyı yakalayamadı.

Bu neden böyle oldu. Gelin bir öz eleştiri ile konuyu analiz edelim. Denizlerimizin karasuları, iç denizimiz olan Marmara Denizi, doğal göl, baraj gölü, gölet ve nehirlerimiz gibi tüm iç sularımız devletin hüküm ve tasarrufu altındadır, yani kaynağın sahibi devlettir. Devlet kendisine ait olan bu kaynağı, koyduğu kurallar çerçevesinde işletilmesini  balıkçılık sektörüne vermiştir. Kaynak yönetme, sektörü şevk ve idare etme, hükümetleri en seri ve en sağlıklı bilgilerle donatma, gerek kendi bünyesindeki araştırmalar ve gerekse akademik kuruluşların yaptığı araştırmalar, ayrıca tüm uluslar arası örgütlerin bu konuda yaptığı tüm çalışmaları değerlendirebilecek ve en sağlıklı kararları alma konumu, merkezi otoritenin yanlış adres ve yanlış yapılanmasının bir sonucu olarak olması gereken verimlilik noktasından çok uzaklardadır. Resmi otoritenin gücünü, sucul ortam sahalarında ülkesel boyutta görememekteyiz. Sahip olduğu nitelikli kadrosu kısıtlıdır. Ülke balıkçılığını somut oluşumlarla merkezi otoritenin şevk ve idare ettiği kuşkuludur. Her ne kadar soyut ortamda ve masa başında merkezi otorite var gözüküyor ise de, uygulama sahasındaki görüntü ise tam bunun aksidir. Diğer bir görüntü de balıkçılık sektörünün ana gücünü oluşturan endüstriyel balıkçı filosu kesiminin merkezi otorite temsilcilerine istediklerini yaptırdığıdır. Dolayısıyla merkezi yönetimin etkinlik ve yaptırım gücü soru işaretini çağrıştırmaktadır.

Akademik Kuruluşlar ve Bilim

Özellikle lüfer balığı ile ilgili konuda akademik kuruluşların bazı temsilcilerinin ortaya koydukları tutum ve yansımaları şaşırtıcıdır, bilim adına düşündürücüdür. Konuyu analiz etmek ve ona göre saptamaları belirlemek daha doğru olacaktır.

Yakın zamana kadar ilgili olduğu bilim alanında çalışanlara bilim adamı, bilim kadını, bilim insanı tanımlamaları kullanılagelmiştir. Son dönemlerde ise cinsiyet ayırımı yapmadan sadece bilimci sözcüğü benimsenmeye başlamıştır. Peki, bilim nedir? Bilim, yöntemlerle elde edilen ve deneylerle doğrulanan bilgiler topluluğudur. Bilimin en önemli özelliği; evreni, gerçekleri insan eylemleri ile doğrulanmış kurallar ve yasalarla yansıtmasıdır. Bilim dünyayı anlamanın en geçerli ve en gerçeksi yoludur. Bilimsel ilerleme ise doğal olgular için daha iyi açıklamaların getirilmesidir.

Yalnız burada bir noktaya özellikle açıklık getirmek gerekli. Bir insanın akademik unvan sahibi olması onun bilimci olduğunun göstergesi değildir. Çünkü bilimde yalan olmaz. Bilimde egemen olan ana olgu doğrular yani gerçeklerdir. Özellikle bilimciler doğanın sürdürülebilirliği açısından hiçbir birey, hiçbir toplum ve hiçbir sektör ile pazarlığa oturmaz. Gerçeklerle ve bunu kanıtlayan rakamlarla oynamaz. Özümsenmiş haliyle bilim mantıksalken, olgusalken, realistken, rasyonalistken, nicelciyken bütün bunların göz ardı edilip, balıkçılık kaynaklarının ülkesel yönetiminin sağlıklı kararlar alınmasının önünü kesme durumu, şayet söz konusu olabiliyorsa bu ancak akademik unvanın getirdiği artıların suiistimali olarak izah edilebilir. Sonucu da bireyleri bilimci olmaktan arınmayı da beraberinde getirir ve üniversitelere olan olası saygınlığın da yitirilmesine neden olur.

Balıkçılık Sektörünün Genel Konumu

Balıkçılık sektörü yapısı ve menfaat çatışmaları nedeniyle iki zıt kamplaşma halindedir. Bu nedenle kabaca doğal canlı kaynakları avcılık yoluyla kullanan balıkçılık sektörünü iki ana grup halinde incelemek doğru olacaktır. Denizlerde avcılığı yapılan üretimin % 90’ını gerçekleştiren endüstriyel balıkçı kesimi ile üretimin % 10’unu gerçekleştiren mesleki balıkçılık yani kıyı balıkçılığı kesimidir. Her iki balıkçı grubunun arasındaki fikir ayrılıkları siyah ve beyaz kadar zıttır. Geçmişte, DPT ile Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının balıkçı filosu artışını hiçbir bilimsel araştırmalara dayanmadan  gereğinden fazla düzeyde teşvik etmesi sonucu, anormal düzeyde yoğunluk  gösteren endüstriyel balıkçı filosu nedeniyle balıkçılık kaynakları aşırı derecede sömürülmüş ve günümüzde de sömürülmektedir. Bu sömürüde endüstriyel balıkçı kesimi kör uçuş yaparcasına avlama temposunu her zaman daima yüksek düzeyde tutmaktadır. Haliyle balık avı sezonunda av gün sayısı çok azalmış, avlanan balık boyları küçülerek piyasa ederleri taban yapmış ve balıkçılık kaynakları  bırakalım biyolojik gerekçeleri, ekonomik gerekçelere de uygun kullanılmadığından Türkiye balıkçılığı çökmüştür. Hal böyle olmakla beraber avcılıkta acil ve uzun vadeli önlemler alınması gündeme oturması gerekirken tam tersine endüstriyel balıkçı kesimi bindiği dalı kesmeğe devam etmekte ve üstelik bunu sürdürebilmek için siyasi otorite ve temsilcileri ile dirsek temasını eksik etmemektedir. Resmi otorite temsilcileri çeşitli şekillerde baskı altına alınmaktadır. Özet olarak kıyı balıkçısının dışında kalan ve büyük balıkçı diye tanımlanan kesim sucul canlı kaynaklarını toplum ve doğa ile alay edercesine sorumsuzca kullanmaya devam etmektedir.

(Vira/Deniz Kültürü ve Haber-Yorum Dergisi/ Yıl 7 / Sayı 61 / Sayfa 64-67 /Kasım 2011)


BALIKÇILIK KAYNAKLARININ YÖNETİMİNDE HERKES YERİNİ BİLMELİ (II)

Sivil Toplum Kuruluşları ve Kamuoyu

Sivil toplum örgütleri genelde doğa korumacılığına soyunmaları, sorunları medya aracılığı ile gündeme taşımaları nedeniyle işlevselliklerini başarılı bir şekilde sürdürebilmektedirler. Ne var ki aynı konuda ortak hedefleri olmasına karşın bazı sivil toplum kuruluşlarının birbirlerini karalamaları da gözlerden kaçmamaktadır. Hal böyle olmakla beraber, sivil toplum kuruluşlarının medya ile oluşturdukları birliktelik en azından eleştiri konularını zinde tutmaktadır.

Kamuoyuna gelince; sucul ortam canlı kaynaklarının sürdürülebilirliği konusu toplumun aşina olmadığı ve genel şekliyle üzerinde durmadığı bir konudur. Toplum, balıkçılığı balıkçı ve balık içeren bir tablaya indirgeyecek kadar basite almaktadır. Yine aynı toplum balıkçılık biliminin multidisipliner bir uygulama alanı olduğu bilgisinden yoksundur. Balıkçılığın bir istihdam, bir ekonomik güç, toplumun nitelikli beslenmesine ve doğa kurallarına uyulması halinde insanlara sonsuza dek bir besin kaynağı oluşturan yapısını gözden kaçırmaktadır. Sonuçta ortaya çıkan görüntü halkımızın bilgi donanımındaki yetersizliği ve bunun da eşdeğer şekilde parlamentoya yansıdığıdır.

Resmi Otoriteden Beklenen

Resmi otorite siyasi ve balıkçılık kulvarından gelen her türlü sağlıksız ve bilim dışı baskılardan arındırılmış özerk kurumsal bir yapıda olmalıdır. Bu konuda yetkili olan görevlilerin özgürce bilimsel gerçeklere uygun kararlar alabilmesine olanak yaratılmalıdır. Ayrıca kaynak koruma konusunda resmi otorite tüm denizlerimizde gerek deniz bilimi gerekse canlı kaynaklar konusunda güdümlü araştırma programlarını kendi bünyesindeki araştırma kuruluşları ile yaşama geçirebilmeli ve akademik kuruluşlara bile gereksinim duymadan özellikle av yasağı düzenlemeleri ile ilgili kararları bağımsız olarak alabilme konumuna gelmelidir.

Akademik Kuruluşlardan Beklenen

Akademik kuruluşların bütçe olanaklarının kısıtlı olması, özellikle denizel kökenli araştırmaların mali portresinin uzay araştırmaları bütçesinden sonra gelmesi, balıkçılık araştırmalarının düzenli ve   sistemli yapabilmelerinin önünü kesen bir faktördür. Hal böyle olmakla beraber akademik kuruluşların bilimsel araştırmalar için geçerli olan tüm parametrelerle örtüşen konumda olmaları temenni edilir. Benzer şekilde kaynak koruma konusunda evrensel kavrama eşdeğer yaklaşım esas olmalıdır. Bu konuda çeşitli sektörlerin akademik kuruluşlarla olan bağlantılarında hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde gelişme göstermesi bir gerekliliktir. Özellikle çevre etkileşim değerlendirme raporlarında zamanla ortaya çıkan durumlar zihinlerde sual işaretinin oluşmasına neden olabilmektedir. Balıkçılık ve deniz bilimi konularında da benzer şekilde bir platformun oluşmamasına özellikle özen gösterilmesi gerekmektedir.

Endüstriyel Balıkçı Kesiminde Zihniyet Değişikliği Esastır

Balıkçı kesimi canlı sucul kaynakların yönetimi konusunda merkezi otoriteyi sıkboğaz etmekten kendini arındırmalıdır. Özellikle değişik platformlarda pervasızlığa ve bilimsel çalışmaları dikkate almama saygısızlığından kendilerini mutlaka soyutlamalıdırlar.  Balıkçı kesimi balığı avlayan ve avlama tekniğine sahip bireylerdir. Balığın anatomisi ve onun biyolojisi ile ilgili konulardan biri olan üreme fonksiyonelliği doğrudan salt bu konu üzerinde çalışan bilimcilerin sorumluluğunda ve yetkisindedir. Dolayısıyla konunun uzmanı olan bilimcilerin elde ettikleri sonuçlar ve yorumlar esastır. Balıkçı kesimi bu konuda sadece bilgilenme durumundadır. Nasıl ki tıp da ürolojinin ve jinekolojinin ilgi alanına giren gelişmelerde muhataplar fikir üretme değil, alınan bilgilere tabi olma durumundaysa, balıkçılıkta da balığın üreme konumuyla ilgili pozisyonda da sadece balığın üreme safhalarını mercek altına alan bilimcilerin verdiği bilimsel raporlara tabi olma durumundadır. Balıkçı kesimi balık bilimcilerinin elde ettikleri karara uymak zorundadırlar. Çünkü bilim tüm insanlığa hizmet etmek için vardır. Özellikle balık avcılığı için belirlenen balık av boylarında hangi bilimsel nedene bağlı olarak balıkçılarca fikir yürütülmekte ve santimetreler pazarlık konusu yapılabilmektedir. Özellikle balıklarda üreme hücrelerini meydana getiren ve gonad adı verilen üreme organının görsel olarak incelenmesi, balık stoklarında üreme zamanını saptayabilmek için gonadosomatik indeksin saptanması, aylara göre yumurta büyüklük dağılım yöntemi ve kondisyon faktörü gibi temel yöntemler balıkçılık bilimcilerinin fiilen yaptığı araştırmalardır. Bu uygulama, mesleği avcılık olan balıkçının yükümlülük, fikir üretme ve kısaca yükümlülük alanına hiç girmeyen bir konudur. Aynı tıp sahasında olduğu gibi.

Yine benzer şekilde balık bilimcisi tarafından, kemikli balıklarda olgunluk durumunun saptanmasında, ovaryum veya testisin boyutu, rengi ve şekli incelenir. Gonad aşamaları yani olgun olmayan gonad aşaması; gelişme aşaması; olgunluk aşaması; yumurtlama aşaması; yumurtlama sonrası aşama ve en nihayet boşalmış gonad aşamaları sürekli olarak balıkçılık bilimcilerince izlenir. Bunun yanı sıra balığın boyu ve balıkta yapılan yaş tayinleri ile kombine edilerek ortaya bir sonuç konulur. Dolayısıyla elde edilen bu sonuca hem resmi otorite kuruluşu ve hem de balıkçılık sektörü uymak zorundadır. Ne var ki balıkçılık sektörü neredeyse 40 yıla yakın zamandır av yasakları ile ilgili konuları kendi istekleri doğrultusunda hangi siyasi parti iktidarda olursa olsun her daim Bakanlığa dikte ettirmişlerdir. Sucul kaynaklarımızın esenliği açısından balıkçı kesiminin bu dayatma felsefesinden artık kendini soyutlaması gerekmektedir. Tam tersine son dönemlerde de balıkçı resmen devlet kuruluşu ile pazarlığa oturmakta, bilimle ve doğa kanunlarıyla alay edercesine istediği rakamı koydurabilmektedir. Lüfer konusunda yaşananlar bu alışkanlığın en talihsiz örnekleridir. 21 Haziran 2011 tarihinde Ankara’da yapılan Balıkçılık İstişare Toplantısı’nda benimsettirilen 19 cm lüfer boy tahdidi bunu takiben 25 Ağustos 2011 tarihinde Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker’in su ürünleri avcılığını düzenleyen tebliğde değişiklik içeren taslağı hazırladıkları ve buna göre avlanma limitinin lüfer için 20 cm’ye çıkarıldığını ifade etmesi tüm insanlıkla yapılan katmerli bir alay olmuştur.

Devletin İşlevselliği

Balıkçılığımızda radikal kararlar alınmasında geç kalınmıştır. Alınacak en önemli karar stokların çökmesi nedeniyle balıkçı filosu üzerindeki devlet desteğinin geri çekilmesidir. Birinci adım olarak endüstriyel balıkçı filosunun % 50’si AB’nin de benimsediği şekilde tazminatları verilerek devre dışı bırakılmalıdır. Böylelikle stoklar üzerindeki av baskısı azaltılmalıdır. İkinci aşamada gerekli görülürse stokların kendisini toparlaması açısından mesleki balıkçılık faaliyetleri hariç endüstriyel balıkçılık iki  yıllık süre için dondurulmalıdır. Bu süreç içerisinde balıkçı filosu ve çalışanları iş gücü kaybı nedeniyle devlet tarafından kendilerine tazminat ödenmelidir. Üçüncü aşama tüm balıkçılara lisanslı olma zorunluluğu getirilmelidir. Balıkçıların faaliyetlerini sürdürebilmeleri için lisans mecburiyeti olmazsa olmaz bir uygulama olarak benimsenmelidir. Av yasakları konusunda sadece konu uzmanlarından oluşan bir komite kurulmalı ve bu komitenin alacağı kararlar merkezi resmi otoriteyi bağlayıcı olmalıdır. Bilimsel balıkçılık araştırmaları doğrultusunda ilgili komitece alınan kararlarda bakanlığın tasarruf hakkı olmamalıdır.

Sonuç

 Hukukta yasaları bilmemek bireyleri suçlu olma oluşumundan nasıl arındırmıyorsa; balıkçılıkta da bilgisizlikten kaynaklanan doğa kurallarına aykırı tutumlar kişileri suçlu olmaktan alıkoyamaz. Hiçbir bireyin veya kuruluşun doğanın işlevselliği konusunda bilgi yoksunluğundan dolayı mazeret üretme hakkı bulunmamaktadır. Çünkü bireylerin ve buna bağlı olarak tüm örgütlerin doğaya karşı mutlak evrensel bir sorunlulukları vardır ve kendilerini bu yükümlülükten soyutlama hakları da bulunmamaktadır. Dolayısıyla benzer şekilde balıkçıların da kaynak koruma konusunda alınan önlemlere karşı mazeret üretme durumları kesin olarak söz konusu olamaz.

Balıkçılığımızda kaynak koruma kavramı ile ilgili kararlar kâğıt üzerindedir. Yasalar karşısında doğa ve çevre etiği kombinasyonunda/birleşiminde avcı kesimi vicdan muhasebesinden yoksundur. Oysa tüm dinlerin doğanın sürdürülebilirliği ve canlıların korunmasının önemi konusunu işleyen ortak yanları vardır. Tüm canlılar genetik miras olarak doğanın olağanüstü düzeydeki akıl oluşumuna sahip insanlara teslim edilen kutsal emanetlerdir. Oysa günümüzdeki görüntü yeryüzündeki tür çeşitliliğinin gitgide azaldığı, uluslararası düzeyde korumaya alınan ve kırmızı listeye dâhil edilen türlerin süratle arttığıdır.

Resmi otorite olarak kaynak koruma politikası olmayan ve kaynağın devamlılığını sağlayan ana kuralları çiğneyip lüfer balığı avcılığı örneğinde olduğu gibi avlatan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı suçludur. Fırsat bu fırsattır deyip defneyaprağı, çinakop ve sarıkanat konumundaki balıkları gözü kararmışçasına sorumsuzca avlayan endüstriyel balıkçı kesimi de suçludur. Avlanmaması gereken boydaki balıkları tablasına koyup satan balıkçı esnafı da suçludur. Günyüzü görmemiş balıkları balıkçı tezgâhından satın alıp lokantasında veya evinde pişirenler de suçludur. Çünkü her kesim doğanın üretkenlik gücündeki devamlılığını sağlayan ana kuralı ihlal etmişlerdir. Diğer bir tanımlamayla canlı kaynağın çökmesine neden olan veya olacak olan döl vermemiş küçük balıkları avlatarak, avlayarak ve tüketerek doğum kontrolüne ortak olmuşlardır.

Av yasaklarının resmi otoritece saptanması çalışmalarında görüşlerine başvurulacak bireylerin, yani hidrobiyolog, balıkçılık biyologu, su ürünleri mühendisi, veteriner hekim ve ziraat mühendisi gibi değişik ekollerden mezun olanların mesleki unvanları temel olarak ele alınmamalıdır. Günümüz bilim dünyasında her meslek dalında artık özele indirgenmiş alt konularında ihtisaslaşma yani uzmanlık esastır. Bu nedenle resmi otoritece benimsenmesi gereken tek olgu, belirtilen ve farklı meslek dallarından olsalar bile, özel olarak balık bilimi ve balıkçılık biyolojisine egemen, salt üreme ve en elverişli avlanma boylarının saptanması üzerinde araştırmalarda bulunan bilimcilerin yani konu uzmanlarına kaynak koruma konusunda belirleyici olma yetkisinin verilmesi ve bu özellikteki bilimcilerin dikkate alınmasıdır. Politik ve sosyal kaygılardan arındırılmış, tamamen bilimsel oluşumlara endekslenme üzerine yapılandırılmış uzmanlardan bir bilimsel komitenin oluşturulması esastır. Komite üyelerinin gerek kendi araştırmalarına ve gerekse güvenilir referans kaynaklarına dayanarak vereceği kararlar balıkçılık kaynaklarının korunmasında esas olmalıdır.

Netice olarak sucul doğal ortamdaki canlı kaynakların korunması, muhafaza edilmesi ve sürekliliğinin sağlanması ile ilgili kararların alınacağı platformda; sucul ortam canlılarının üremeleri, üreme organlarının geçirdiği evrimi, canlının ilk eşeysel olgunluğa cinsiyet, boy, ağırlık ve yaş olarak ne zaman ulaştığını, hangi zaman diliminde üreme fonksiyonelliğinin hayatiyet kazandığı üzerinde uygulamalı araştırmalarda bulunan bilimcilerin olması kaynakların çağdaş yönetiminin temel esaslarından biridir.

Belirtilen tanımlamanın dışında kalan birey ve kuruluşların konumları, sözü edilen platformda alınacak kararlara doğanın sürdürülebilirliği açısından saygılı olmaktır. Buna paralel olarak resmi otorite de balıkçılık sektörüne şirin görünme ve mavi boncuk dağıtma felsefesinden kendini arındırmalıdır. “Horozu çok olan köyün sabahı geç olur” atasözüne uygun olarak, ülkemizde 40 yıldır sürdürülen sucul ortam canlı kaynaklarının sömürülmesi uygulamaları, merkezi otorite tarafından artık rafa kaldırılmalıdır.

(Vira/Deniz Kültürü ve Haber-Yorum Dergisi/ Yıl 7 / Sayı 62 / Sayfa 50-53 /Aralık 2011)

1 yorum:

halit.konanç dedi ki...

Hocam
Emeklerine sağlık.

Bu Blogda Ara